Popüler Yayınlar

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir Şehrin Kokusunu Duymak

    Gezmeyi sevenler çok iyi bilir. Gezgin, tatilde acıyı, kederi, işi unutur. Tıpkı çocuklara benzer. Sorumlulukların bir süreliğine ertelenmesi, hayatın içindeki olumsuzlukların unutmak, güzel bir hava soluklanmaktır gezmek. Gezgin, sorunları dolaba kilitleyip çoktan yollara düşmüştür. Eve döndüğünde kilitleri açmaktan asla korkmaz. Raflardan dökülenler daha az acıtır canını, bazılarının sadece gölgesi kalmıştır.
    Resimli duvarlar, sesler, kokular, ara sokaklar, görkemli binalar bir şehrin gezginde uyandıran intibalarıdır. Üstüne bir de dilini az buçuk bildiğiniz, öğrenmek için can attığınız yabancı bir ülkenin şehriyse. Kimseyi tanımadığın, hiç bir yeri bilmediğin bir şehrin dar sokaklarında yürürken görülen rengarenk dükkanlar, salınarak ürüyen ince uzun kadınlar, dar ceketli erkekler, telaşsız kendini alışverişe adamış turistler ve merdivenlerde birbiri üstünde yığılmış gençler.
    Her ülkenin bir kokusu vardır. Hindistan safran kokar. İsviçre kar... İtalya'nın kokusu biraz değişiktir. Alışkın olmayan alamaz önce kokusunu. Tarihindeki zıtlıklar nötürlemiştir kokusunu. Ama biraz daha şehirlerine derinlemesine sindiğinizde ayrı ayrı hisler yaşatan kokular duyarsınız. Sokaktaki sıralanmış kahveler her zaman bir ipucu vermeye kalkışır. Faytonla gezmek her zaman güzeldir. Bazı gezginler ilk zaman çekinebilir ama bir kez yaşayınca o deneyimi hayatta bir daha unutamaz. Faytonla dolaşırken aynı zamanda gezdiğiniz şehrin tarihi üşüşüverir zihninize. Nal sesi taş binalarda her yankı yaptığında ayrı duygular hissettirir. Gezdiğiniz faytona sizden önce kimler bindi? O geçtiğiniz yollarda tarih boyunca neler yaşandı? O sokaklarda da aşklar, muhabbetler, arkadaşlıklar, tartışmalar bizim sokaklardaki gibi miydi? Kim bilir? Her yolun ulaştığı bir şehir meydanlarıyla ünlü hepsinin ayrı bir hikayesi, bir dikili taşı ve onu süsleyen heykelleri vardır. Meydanlarda dondurma yemek, bir çeşmenin başında kahve içmek o şehre daha da yakınlaştırır sizi.
     Şehrin tarihini duymak da haz verir. Eski kaleler, tapınaklar, kiliseler, camiler, mezarlar, antik kentler, arenalar oraya adım attığınız andan itibaren kendini anlatmaya başlar. Tarihinin kokusu duyulur. İnsanlar gezmeye başladığından itibaren oranın geçmişinde yaşamaya başlar. En çarpıcı olanıysa arenalardır. Turistler arenada gezerken sessizdirler. Hala yaşanıyor gibi gladyatörlerin savaşmalarını, kralın acımasız politik bakışlarını, din adına yapılan oyunları seyrederler. Bu yüzden bir şehrin kokusu buralarda daha keskin alınır. Bu yüzden İtalya gibi kokusuz ülkeler tarihten bugüne bıraktığı mekanlarıyla hissedilir. Evet İtalya kokusuzdur ama Kolezyum hep kan kokar.








 

2030'un Amerikası Karanlık

    Uluslarası siyasi, stratejik dengelerde hızla değişiyor.
    Dünün güçlü ülkeleri hızla irtifa kaybediyor. Yerlerini başka güç merkezleri alıyor.
    Gelecekte mesela, 2030 yılında nasıl bir dünyada yaşayacağız?
    Nasıl bir Ortadoğu, nasıl bir Asya, nasıl bir Amerika olacak?

    Herkesin bir tahmini var. Amerikan istihbarat örgütü CIA'nın araştırma bölümü "National Intelligence Council" tarafından hazırlanan muhtemel senaryolardan CIA açısından en gerçekçi olanına göre Amerika'yı oldukça karanlık günler bekliyor.
    Açıklamaya göre:
    "Başta Çin olmak üzere yükselen güçler, ABD'yi de, Avrupa'yı da sollayacak. Batı zayıflarken, Asya alabildiğine güçlenecek. Piyasalardaki kargaşa ve iklim değişikliği, küresel ısınma, dünyanın istikrarını tehdit edecek. Böyle bir ortamda hiç kimse küresel sorunlara küresel çözüm arayışı isteği duymayacak. BM gibi uluslarası örgütler etkinliğini kaybedecek, marjinalleşecek, sorunlar savaşlarla halledilecek."
      Siz ne dersiniz? Böyle karanlık günlere doğru mu gidiyoruz?



23 Ağustos 2012 Perşembe

Görebiliyorum O Halde Savaşın İçindeyim

    İnsanların daha fazla toprağa ihtiyacı yoktu. Onlar sadece huzur istiyorlardı...
    Ordu kuvvetlerinin hareketlerini işaretleyen uydu fotoğrafları, stratejik hedeflerin haritalardaki konumlanışı, savaş uçaklarının kalkış ve inişleri, füzelerin tatbikatlarda çekilen fırlatılma görüntüleri... Bütün bunlar televizyonların insanlara anlattığı savaş teması. Bedenlerden uzak, ne kadar steril bir kurmaca değil mi? Savaşanlar robotlar ve savaşmayan insanlar.. Savaşan makinalar ve savaşmayan televizyon halkı..

    Modernlik ve gözün egemenliği arasındaki ilişki en güçlü ilişkilerdendir. Gözün gördüğüne inandırılan insana bu sayede bilimsel bir bakış açısı dahi kazandırılmıştır. Ülkemizin kangren olmuş terör sorunu, soğuk savaşlar, fiili olarak olmasa da girdiğimiz psikolojik savaşlar görmenin ve görerek algılamanın her zaman birincil önemde olduğunu göstermek için aşikardır. Her politik adım sonrası patlayan bombalar, televizyonlara çıkan uzmanların anlattıklarıydı. Her defa beklenen, her defa bilinen, her defa çözülen, her konuşmada halledilen terör vardı görünenlerde.
    Özellikle savaş söz konusu olduğunda gözle görme ve doğrudan görüşün yerini artık opto teknolojiler diye adlandırılan araçlar, radar, sonar ve uydu görüntüleri aldı. Suriye'nin düşürdüğü iddia edilen uçağımızın vurulma ve düşme anını hiçbir insan gözü şahit olmadı. Günledir illüstrasyon ve emekli askerlerin harita üzerlerinden resmettiği pek alışık olmadığımız terimlerle olayı anlamaya çalıştık. Olağan gibi duran bir süreç aslında gözün doğrudan egemenliği açısından bir zillet gibi duruyor. Savaşın görsel temsili açısından da göz aldatılıyor.
    Televizyon kanalların savaşın kanın, irinin ve kokunun, korku, kaygı ve şiddetin her savaşın bir parçası olduğunu görmezden geliyor; sanki bedenler hiç yeralmıyor. Hafızalara hep ordu kuvvetlerinin hareketlerini işaretleyen uydu fotoğrafları, stratejik hedeflerin haritalardaki konumlanışı, savaş uçaklarının kalkış ve inişleri, füzelerin tatbikatlarda çekilen fırlatılma görüntüleri kazınıyor. Zaten bilgisayar oyunlarıyla büyüyen bir nesil için savaş, işaret parmağıyla bilinçsizce tıklanan bir tuş hareketinden ibaret algılanmaktaydı. Kurşunlanmış çocuk fotoğraflarının dahi bu algıyı değiştirememesi en hayret vereni ve korkulanıydı, maalesef...





 

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Dünden Bugüne Türkiye'nin Sanal Alem Fenomenleri

    Onlar sıradan birer insanlardı. Bazıları esnaf, bazıları siyasetçi, bazıları serbest meslek erbabı, bazıları da kendi halinde yaşayanlardandı. Ta ki onları birer efsane, birer halk kahramanı yapacak sıradan bir kamerayla tanışana kadar. İçlerinde önceden aşina olduğumuz kişiler de varda ama öyle zamanlar oldu ki halkın dilinden düşmeyen deyişlere imza attılar. Belki tesadüfen, belki bir hata ile, belki de tamamen rol yaparak tanındılar ama sanal alemde konuşulan, bazen bazıları alay konusu olsalar bile halk içinde unutulmayan kişilerden oldular. Şimdi onların bulabildiğimiz en iyi "Top 10"unu zaman sırasıyla sıraladım. Bakalım neler varmış:

    1-ARTİZ NE ARAR LA BAZARDA?!
    Bu amcayı tanımayan neredeyse kimse yoktur. O yüzden olayı anlatmaya gerek duymadım. Artiz Amca lakabıyla tanındı; birçok yerde film posterleriyle karşımıza çıktı ve halk diline "Artiz ne arar la bazarda?" deyişini kazandırdı. Bu katkısı için kendisine minnettarız. 
Artiz Amca İzlemek için tıkla
    2-BEYİN BEDAVA
    Ülkemizdeki sınav sistemini gözler önüne sermesi açısından bu iyi bir örnek. Bu abim, sınav heyecanından mı yoksa çalışmaktan mıdır bilinmez, o saniyelerde söylediği "Attım hafızaya, beyin bedava, niye hamallık yapayım" ifadesi özellikle öğrencilerin ağzından düşmeyecek bir cümle olacaktı. 
"Beyin bedava" İzlemek için tıkla
    3-MAĞDUR VE KIZGIN BİR İNSAN: "BEN BÖYLE AVRUPA BİRLİĞİ İSTEMİYORUN!"
    Bu adamı ilk gördüğümde çok gülmüştüm. Tıklanma rekorları kırmasını da doğal olmasına bağlamıştım. Ama bu adamın yetenekli bir tiyatrocu olan Müfit Kayacan olduğunu öğrenince gerçekten şaşırdım. Halk onu "Vatandaşın araç muayene isyanı" adlı videosuyla tanıdı. 
İzlemek için tıkla
    4-AL KIRDIN KIRDIN!
    Bu çocuğun amatör bir kamerayla çektiği videonun neden bu kadar meşhur olduğunu daha anlayamadım. Ama doğal oluşu yayılmasını sağlamış olabilir. Çocuğun bu videoyu ne amaçla çektiği hâlâ merak konusu.. 
İzlemek için tıkla
    5-OKUYOM BEN YA!
    Bu video polis ekiplerinin bir binaya yaptığı baskın sırasında çekildi. Polislere "Sen yetkili bi abiye benziyosun" diyerek baskından rahatsız olan genç inceden bir mesaj verdi: "Okuyom ben ya"
 "Okuyom ben"  İzlemek için tıkla
    6-PÜSKEVİT / 40 YAPAR
    Evet, bu deyişler sahibi engin bir devlet adamı; Devlet Bahçeli. Söylediği günden itibaren halkın diline pelesenk olan bu cümlelerin kullanılamadığı, söylenemeyeceği yer yok. Ayrıca siyasetin yanında yaptığı hesaplarla matematik dehası olduğunu da gösteren Sayın Bahçeli, ara sıra dili dolansa da renksiz geçen seçim sürecini "püskevit" vaadiyle renklendirmiş oldu. 
Püskevit için tıkla, 40 yapar için tıkla
    7-FIKRASINA GÜLÜNMEYEN ADAM
    Bu adamın adı Hasan Mezarcı. Kendisi siyasetçiydi bir zamanlar. Kendini bir zaman mehdi ilan etti. Bu konuda Reha Muhtar'la komik konuşmaları oldu. Bu yaptığı konuşma eski olmasına rağmen yeni keşfedilmiş bir fenomen. Aslında komik olmayan bir fıkra haricinde pek katkısı olmayan videoyu halk ibretlik olarak izledi. Katkısı ise "Bak ne oldu şimdi?"
İzlemek için tıkla
    8-MALA BAĞLAYAN TEYZE
    Bunun başlığını böyle koymak istemezdim ama arama motorlarında böyle kayıtlı. Kameramanla normal konuşma devam ederken birden gülmeye başlayan teyze konuşma sonuna kadar güler. Akıllarda "Dedeee, dedeciim" kalır. 
İzlemek için tıkla
    9-ÇOK SAKAT VAR
    Adamı dinleyen yok ama çok sakat var. Bu cümle de artık dinleyen yok anlamına geliyor.
 İzlemek için tıkla

    10-OLUM BAK GİT!
    En çok bilinen, an itibariyle halkın benimsediği en çok kullanılan uyarı. İçeriği anlatmama gerek yok. Siyasetçilerden çocuklara kadar herkesin kullanabildiği bu cümlenin şu anda filmi çekiliyor. Olum Bak Git tişörtü, Olum Bak Git anahtarlığı gibi markalaşma yoluna gidiyor. Yakında kuru yemişlerde ve arabalarda da görebiliriz. En çok merak edilense söz sahibi olan belediye çöpçüsünün meşhur olduğundan haberi olup olmadığı..              İzlemek için tıkla
                               
                                  







16 Ağustos 2012 Perşembe

İlginç Bir Deneyin Yorumu: 6 Saniyede Yaşamak

    Şu an internette gördüğünüz başlıklar içerisinde eğer bu yazıyı açıp okuyorsanız, zaten daha sayfayı açmadan kararınız bu yöndeydi. Aynı şekilde sabahları uyandırmak için kurduğunuz saati kapatıp uyumaya devam ediyorsanız, daha gözünüzü açmadan bu kararı vermiştiniz bile... Önünüzdeki seçenekler içinde seçtiğiniz yol her neyse, zaten seçmeden, seçiminizi o yönde yapmışsınız demektir... Mesela tatil yapma şansınız olsa dünyanın hangi şehrinde yapardınız, diye bir soru sorsam cevabı ilk anda verecek kişiler olacaktır ama hâlâ düşünenlerin cevabını şuuraltı çoktan verdi. Bu söylediklerim elbette bazıları için masal gibi gelebilir veya "öyleyse bizim seçme irademiz yok mu?" sorusunu sorabilirler.

    Ancak aldığımız kararların zamanlamasını araştırmak için yapılan bir deneyde aslında kararları bilincimiz değil bilinçaltımız tarafından alındığını göstermiştir. Yani bilinçaltımızın bizi yönlendirdiği her seçim aslında bizim kendimize kodladığımız isteklerden başka bir şey değildir. Yani kendimizi programlayan yine biziz.
    Deney şu şekildeydi: Bir beyin tarayıcısı içerisine giren deneğin ellerine bir takım tuşlar verilir ve rastgele basması istenir. Tarayıcı tuşa basma anı ile beynin karar verdiği an arasındaki farkı gösterir. Denek tuşa basmadan 6 saniye önce kararın çoktan verildiği beyin sinyallerinden anlaşılır. Bilinçaltımız saniyeler önce karar vermiştir.

    BBC'de yapılan araştırma sonucu şöyledir: "Bilinçli akıl, beyin aktivitelerine kodlanmıştır beyin aktiviteleri tarafından gerçekleştirilir. Ancak bilinçaltımız da beyin aktivitemizde olan belli yönlerimizin, istelerimizin ve eğilimlerimizin farkındadır. Yani bilinçaltımızın aldığı hiçbir karar istemediğimiz bir şey yaptıramaz."
    Yapılan deney ve sonucu bu şekildeydi ama hem araştırmacılar hem de denek sonuçtan çok ürkmüştü. Hayatımıza yön veren asıl şeyin ne veya hangi tür eylemlerin olduğunu keşfetmek hayatî derecede önemliydi. Kararlar bilinçaltımız tarafından veriliyor ise onu yönetebilmek gerekiyordu. Biliçaltıysa alışkanlıklar ve tekrarlarla öğreniyor. Yani tekrarlanan aktiviteler. Hayatta sürekli neyi uygularsak onunla karşılarız.

    Bir diğer sonuçsa kendimizi yine bizim programlamamızdır. Aklıma gelmişken benzerliği çağrıstırması için bir örnek olarak da Barcelona verilebilir. Ne alakası var :) işte şöyle; uzun zamandır savunma taktiği merak edilen takımın sırrı "6 saniye kuralı" çıktı. Taktik şu şekilde başlıyordu: Defanstaki bir futbolcu  karşı takımın futbolcusundan topu aldığı zaman ayağında durdurmadan diğer takım arkadaşlarıyla sürekli paslaşarak karşı takımın forvet oyuncularını hem yoruyor hem de şaşırtıyordu. Hızlı paslaşma 6 saniye sürüyordu. Bu hareket oyunu daha iyi yönlendirmelerini ve daha hızlı atak yapmalarını sağlıyordu. Neyse alakayı çok kuramadım :) konuya dönelim..

    Aşağı yukarı hepimizin duyduğu bir söz vardır; kelimeler düşünceleri, düşünceler davranışları, davranışlar da hayatı belirler. Evet, hiçbir zaman düşüncelerimizi kontrol edemeyiz fakat kelimelerimizi kontrol edebiliriz. Ve tekrar ederek bilinçaltımızı düzenleyebilir ve hayatımızın kontrolünü ele geçirebiliriz.
    Hayatta her an düşündüğümüze göre her an seçim yapmaktayız. Kararları beynimiz 6 saniye önce veriyorsa, 6 saniye sonra ne yapacağımızı an itibariyle seçiyor bu da ne yapacağımız şimdiden belli demektir. Buna rağmen ilginç bir şekilde 6 saniyede çark eden insanlar da çıkabiliyor :)
    Dolayısıyla 6 saniye önceki kararlarımızı kontrol etmek için alışkanlıklarımıza, çoğunlukla bulunduğumuz ortamların bize etkilerine ve hayatımızdaki seçimlerimize dikkat etmeli değil miyiz?

DENEYİN NASIL YAPILDIĞINI İZLEYİN



14 Ağustos 2012 Salı

Futbol mu Kirli, Hayat mı Temiz?

    "Demek ki bu düzen böyle işliyor. Ben de soğudum ve ilgilenmekten vazgeçtim."
    Bu cümleyi futboldan öyle kolay kolay vazgeçecek biri olmayan bir süre önce futbol dünyasındaki kirliliğe şahit olduğunu söyleyen yakın bir arkadaşımdan duydum. Demek ki büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı ki hayatında çok önemli bir yer tutan tutkudan kendini koparmıştı.

    Bu davranış ilk önce asil bir duruşu işaret ettiyse de daha sonra hayli problemli bir durumun olduğunu hissettirdi bana. Futbol bazılarının gözünde boş ve faydasız bir meşgale olabilir benim bir de hemfikir olduğum gibi. Hele tutku ve fanatizm boyutlarına ulaştığında büsbütün tehlikeli bir hal alabilir. Lakin özeleştiri yerine geçerse; bu eleştiriyi yapanların bütün zamanlarını kütüphane laboratuar yada sanatla geçirdiklerini söylemek de komik olur. Herkes zamanının bir bölümünü eğlence türü "boş" ve "faydasız" işlere ayırmaktadır, ayırmalıdır da. Bu futbol olmaz da başka bir şey olur. Özellikle futbola alerji olan bayanların televizyon dizilerine ne kadar zaman ayırdıkları da heralde araştırmaya gerek duyulmayan bir olaydır.

   Problemli durum ise futbolu hayatın dışına, hayattan bağımsız bir şey yerine koymaktan kaynaklanır. Futbol toplumun aynasıdır. Toplumun ahlak ve kültür düzeyi toplumun futbolla ilişkisine yansımaktadır. Futbolda şike varsa hayatın her alanında olduğu için vardır. Yolsuzluk, adam kayırma, kısa yoldan başarıya ulaşma gibi bozukluklar da öyle.
    Kavgalar, cehennem yerine dönen stadların bir nedeni de kendi rejimini üretmekten çekinmeyen kanalların futbol taraftarlığını sürekli kutsamasıydı. Güya baş tacı edildi. Ne yaptıysa mazur görüldü. Cinayet işledi. Bütün bunlar görmezden gelindi. Taraftara da sürekli dünyanın en ateşli, en etkili taraftarı olduğu ninnisini söyledi. İstenmeyen tüm bu olanlar insanı futboldan soğuttu, soğuk olanları da iğrendirdi. Neticede bu olan olaylar futbolun gülün dikeni mi, bardağının kırık tarafı mı, yoksa madalyonunun öteki yüzü mü olduğunu fark ettirmedi. Spor kültürünün en önemli olgusunun hayat olduğunu, centilmenliğin ve tebrik etmenin ne demek olduğunu öğretemedi güya futbol kanalları.

    Şöyle bir yaklaşımda bulunsak şimdi? Sporda kirlilik hakim, onu terk et. Siyaset kirli, terk et. Sanat öyle, terk et. Ticaret öyle, terk et. İyi de bu sayılanlar hayatın ta kendisi. Futbol da bütün bunların aynası. Eğer hayatın diğer bütün alanları temiz olsaydı, şimdiye kadar çoktan halledilirdi. Ya da yeteri kadar insan bu kirliliği gerçek anlamda kirlilik olarak kabul etseydi.
    Dünya futbolda kirliliği zamanında yaşamış ve problem, halletmiştir. Dünya ile aynı istikamette gitmek istiyorsak biz de mecburen bu meseleyi çözeceğiz. Futbolda herşey bir ekran kadar yakınken ne kendimizi kandırabiliriz ne de başkaları bizi.

Reklamın Kötüsü: Çıldırtan Spamlar

    "Harika! Devlet onaylı, etkisi kanıtlanmış zayıflama ürünü African Zurna'nın orjinali Türkiye'ye gelmiş sonunda. Bu üründen yurt dışındaki arkadaşım kullandı 1 ayda 108 kilodan 93 kiloya düştü, ilacı bıraktı ama hâla formunda maşallah. Kilo sorununuz varsa piyasadaki sahte ürünler yerine bunu alın." Bu reklam e-postanızda veya profilinizde görebileceğiniz çıldırtan spam reklamlardan birisi.

    E-postaya gelen spamleri engellemek için spam olarak işaretlerseniz ileriki dönemlerde benzer mesajları engellersiniz hem de spam filtresini de geliştirmiş olursunuz.
    Spam'lar başta Facebook olmaz üzere sosyal mecralarda kendini göstermeye başladı. Birçok kişinin profilindeki reklamların sebebi, yasa dışı gelir peşinde koşan basit firmalar. Bu firmaların reklamlarından korunmak için internette yer alan birkaç tedbir uygulayabilirsiniz:

    Facebook uygulamalarını kullanmadan önce hesabınızla ilgili izinler vermeniz gerekir. Bu izinlerde kişisel bilgilerinizi okuyabilmenin yanı sıra kendi duvarınıza ve arkadaşlarınızın duvarına yazma izinleri de olabiliyor. Yazma izni vermiş olduğunuz basit bir uygulama spam iletiler paylaşabilir. Eğer uygulamaları kullanmaya başlarken verdiğiniz izinlere dikkat etmediyseniz Hesap Ayarları >> Uygulamalar yolunu takip ederek açılan sayfada kullandığınız uygulamaları ve verdiğiniz izinleri düzenleyebilirsiniz. Ayrıca tarayıcınıza izniniz dışında yüklenmiş eklentiler de hesabınızdan tanıdıklarınızın duvarına istenmeyen reklamlar yayınlayabilir. Bu yüzden ara sıra tarayıcı eklentilerini gözden geçirmekte fayda var.
    
    Arkadaşlarınızdan gelebilecek spam gönderileri engellemek için de Gizlilik Ayarları sayfasından Zaman Tüneli ve Etiketleme kategorisindeki ayarlarınızı düzenleyebilirsiniz. Duvardaki etiketlemeleri ve izin dışındaki paylaşımları engelleyebilirsiniz. 

    Siz siz olun spam konusunu hafife almayın. İnternete pek aşina olmayan akrabalarınıza gönderilebilecek bir zayıflama kemeri reklamı başınıza çokça dert açabilir, benim başıma geldiği gibi :) Son olarak, zaytung.com isimli mizah haber sitesinde bu konuyla ilgili ibretlik bir yazı vardı: "Facebook'ta duvarına gönderilen zayıflama  ilacı reklamını silmekle uğraşan genç 1,5 ayda tam 8 kilo verdi."

12 Ağustos 2012 Pazar

Toplu Farkındalık ve Sosyal Meydan Savaşı

     Sosyal medyada gezinenler muhakkak görmüşlerdir Kony 2012 videosunu...
     Görmeyenler için bu videodan ve akıbetinden bahsedeyim biraz. Kayıp Çocuklar (Invisible Children) isimli yardım kuruluşunun hazırladığı Kony 2012 videosu "tüm zamanların en viral videosu" kabul edilmiş ve altı ünde 112 milyon kez izlenmişti. Uganda'daki çocuklardan bir ordu kuran ve onları suça iten bir gerilla lideri olan Joseph Kony'i yakalatmayı amaçlayan bu belgesel "farkındalık" oluşturmayı başardı başarmasına ama sanal alemde yakaladığı başarıyı eyleme dökme noktasında sınıfta kaldı. İşin kampanyayı sokağa taşımak ve küresel eylem yapmak kısmı internette milyonlara ulaşmak kadar basit olmadı. Çünkü anlık bir vicdan sızlaması ile "like" ve "tweet" tuşlarına dokunanlar iş Ugandalı çocuklar için sokağa çıkmaya gelince ortadan kayboldular. Belgesel popüler olmasına rağmen üçüncü videosu sadece 20 bin kez tıklandı. Sokak hareketlerine çok az kişi katıldı. Belgesel sosyal medyadan silinip gitti.... Sonuç olarak bu belgesel sosyal medya ahalisinin "pasif eylemci" ya da "pasif iyilikçi" olduğunu bir kez daha kanıtladı.
    İnsanları basit ve etkileyici birkaç görüntü ile etki altına alabilirsiniz ve onları bir tuşa basarak çocukların hayatlarını kurtaracaklarına inandırabilirsiniz. Ama eyleme geçirme noktasında o sızlayan yüreklerin dayandığı bir kök bir temel yoksa elinizde kalan bir köpük olacaktır sadece. Farkındalık uyandırmak ve eyleme geçirmek birbirinden bağımsız olarak tasarlanmaz. Önce tüm dünyayı uyarıp, daha sonra hareket etmeyi kurgularsanız başarısız olursunuz. Malum tüm dünyanın bildiği ama kılını kıpırdatmadığı bir sürü mesele var.... Demek ki mühim olan insanların fark ettiği o ilk anda somut sonuçlar doğuracak kanallar açabilmek. Anlatır ve kaybolursanız bilgisayar başındaki o varlık pelte gibi yayılmaya başlar Kony 2012 belgeselindeki gibi.
   Tamamen serbest çağrışım olarak aklıma en basitinden "Konya'da fuhşa hayır" etkinliğini facebook üzerinden planlayan arkadaşlar geliyor. Bu arkadaşlar 2012 yılının başından beri yerlerdeki ilanları topluyorlar. Grup bu eyleme başladığında üç beş kişiden oluşuyordu ama şu an 3 bin üyesi var. Tişört, ilan bastırarak, emniyet ve belediye ile işbirliği yaparak hem farkındalık sağlıyorlar hem de bizzat mücadele ediyorlar. Elbette içerik olarak Invisible Children belgeseliyle karşılaştırılamayacak iki örnek ama hedef ve sonuç açısından kıyaslanabilir duruyorlar. Biri adam toplamakla meşgulken, diğeri meydana kendini atabiliyor mesela.
    Toplu farkındalığın ve sosyal medyanın iyi planlandığında ve bir temele dayandırıldığında büyük bir güç olduğunu gösteren bir örnek vermek gerekirse Mısır intifadası iyi bir örnek olurdu. Facebook üzerinden örgütlenilen bu hareket orta doğudaki halk ayaklanmalarının ve arap baharının domino etkisi yaratacak başlangıcı oldu. Burada anlamamız gereken en büyük ders "farkındalık" oluşturduktan sonra insanları bir başına bırakmamaktır.
    Diğer yandan insanlara sorunun ne olduğu, çözümü, yöntemi, gerçekte hangi amaç için yapıldığı sağlam iletişim yollarıyla anlatılır ve eyleme çekebilmek için gösterilen yoldaki ilk adımı çoktan atmış olursanız insanlar arkanızdan yürüyeceklerdir. Eğer bilgisayar başından meydan savaşı yönetilmeye kalkılırsa "paylaşım için teşekkürler, emeğine sağlık" diyerek sayfayı çevirirler. 

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Nedir Bu Yeni Dünya Düzeni?


    Nüfusu artmakta olan dünya günden güne yeni olaylara, planlara, farklı rekabetlere ve felaketlere şahitoluyor. Savaş, hastalık, depresyon, intihar, evsizlik sorunları artıyor. Ülkeler gelişen teknoloji karşısına statüsünü korumaya veya yükseltmeye çalışıyor. Silah ve savaş teknolojisinin gizli yürütülmesi ülkelerin birbirlerine karşı endişesini ve soğuk savaş ruhunu artırmakta.

    II. Dünya Savaşı'ndan sonra Rusya, ABD gibi ülkeler içlerinde büyük teknolojil gelişmeler katettiler. Bu gelişen teknoloji göründüğü kadar masum değildi. Özellikle ABD'nin başkanlık haricinde bazı kutsal sayılan kara ellerin derin devletten öte derin monarşilerileriyle savaş daha da değişik bir şekil almıştır. Bu savaş modelleri direkt olarak insanı hedef almıştır.
    Savaşı ordulara karşı değil halkla yaparak beyinler ele geçirilmektedir. Başkanlık ne kadar Amerika'nın simgesi olmuşsa, ordu da bir nevi güç simgesi olmuştur. Bunun yerini finans, televizyon(medya), markalar, sanatçılar, siyasetçiler ve komplo teorileri almıştır. Mesele toprak ve maden değildir. İnsanların bu yollarla zihinlerini meşgul ederek savaşa gerek kalmadan istedikleri yerden istediklerini alabilmektir. Yani hedef artık bireyin düşünce dogmasını değiştirmektir. Dünya, gelişmiş ülkerlerin teknolojilerinden haberdar değil.Materyalizm felsefesini artık terketmiş ve ardında dünya çapında büyük lobisi bulunan ülkelerde dalgalarla yönlendirme yapılabilen teknoloji merkezleri var. Mateorolojik olayları kontrol eden (ani donma) HAARP teknolojisi, duyulmayacak desibelle binaları yıkan ses dalgaları bunlardan bazıları. Mançurya kobaylarının oluşmasında zihin kontrolünün büyük bir önemi var. Bu yönlendirmeler daha çok Orta Doğu, 3. Dünya Ülkelerine yapılmakta.
    
    Siyonizmin rüyasını gerçekleştirmek, ekonomik çıkarlar, kutsal sayılan yerleri ele geçirmek için bu tür teknolojileri hâlen kullanıyorlar. Daha çok İllüminati'nin Kudüs merkezli bir dünya devleti kurma hayali bu uğraşın hiç de boşa olmadığını anlamaya yetiyor.
    Vaadedilen bu topraklarda kurmayı planladıkları devletin dünyaya egemen olması için çoktan altyapıyı hazırlamaya başladılar. Hatta Orta Doğu'nun haritalarını bile değiştirdiler. Bemjamin Franklin'deb itibaren Amerika başkanlarının ağzından düşürmediği "New World Order" (Yeni Dünya Düzeni) bunu ifade ediyor. Amerika yaşlandığının farkında, kendisine varis bir ülke kurmayı hedefliyor. İsrail de planın en somut adımlarını gerçekleştiriyor.

    Yeni Dünya Düzeni'nde daha uysal bir dünya, istenilen krizlerin ve kaosların yaşanıldığı ve yaşatılabildiği ortam, sayıları artan ülkeler, sindirilmiş bir insan kitlesi yatıyor. Ve plan işlerken yine boş durulmuyor.Dünyayı kandırmak, ortalığı karıştırmakta ödün verilmiyor.

    Yeni Dünya Düzeni'nin planlarını saklamak yerine alenen ilan ediyorlar. 1 Amerikan Doları'nın ardındaki piramit bütün teşkilatlarını ve planlarını anlatıyor. İnsanlığı piramidin alt tabanına sıkıştırmış durumdalar. Üste doğru markalar, finansal kurumlar(IMF), yöneticiler, elitler, seçkin sınıf yer alıyor. En tepedeki göz ise bekledikleri yönetici, her şeyi gören göz, RA tanrısı. Gelecekte insanları tamamen kendilerine bağımlı hale getirmek için parayı kaldıracak tamamen banka hesabı ve sanal paraya dayanan bir sistem hazırlamaktalar.

    Bu savaş modelleri büyük ülkeler arasında rekabeti artırırken olan yine masum ve sivillere oluyor. Bu büyük planlarda güçsüz düştükleri tek şey ise onların tamamen negatif olaylardan beslenmeleridir. Barış ve huzur ortamını istemaezler. Yani Orta Doğu'da olası bir birlik, barış, pakt en büyük korkularıdır. Doğudaki baharlar yerini bir an önce istikrarlı rejimlere bırakırsa Yeni Dünya Düzeni'nin ideolojik kısmı büyük oranda engellenmiş olur, hatta yok edilmiş olur. Çünkü ortadoğunun barış ve huzurlu olması bütün dünyanın barış ve huzurlu olması demektir. Türkiye'nin, komşularında yaşanan evrimlerde elinin boş durması mümkün değildir.  Bunun için doğudan doğan güneş birlikte desteklenirse Yeni Dünya Düzeni'ni eritmekle kalmayacak, zaman tekrar gücü kurulacak birliğe verecektir.