Popüler Yayınlar

9 Eylül 2012 Pazar

Biraz Da Sosyal Meydana Çıkmalı

    Sosyal medya, artık herkes için vazgeçilmez hayat tarzı oldu. İletişim ve ilişkilerden toplum hareketlerine kadar her olay sanal aleme taşındı; iş, aş, savaş, sataşma, pazarlama, reklam da buna dahil. Ama gözden kaçan bir şey var, daha asosyal olma yolunda adım adım ilerliyoruz. İnsanlar bir süre sonra sosyal medyada kurduğu ilişkileri sosyalleşme namına yeterli görmeye başlamakta, mesela toplumsal meselelerle ilgili olarak bir iletiyi beğenme veya retweet yapmayı, sosyal sorumluların yerine getirilmesi namına yeterli görmektedirler.
    Sosyal medyanın asosyalleştirmesinden biraz olsun kendimizi kurtarmak için hayatta yapacak çok şey var. Sosyal meydanlar, hareketlerin gerçek olduğu yerlerdir. İşte sosyal medyadan sosyal meydana gitmek için bir kaç teklif:
    Uzak Akrabalarınla Tanış
Ziyaret et. Ara, sor, soruştur. Akrabalarla iyi ilişkiler geliştirmek yabancılardan daha kolaydır. Kan çeker ne de olsa.                                                                                                                                                                                                  
    Aile Geçmişini Öğren
Ailelerin de bir geçmişi vardır. Nereden geldiniz, niye geldiniz? Yakın ve uzak aile çevrenle ilişkileri pekiştirmek için iyi bir adım atarsın.
    Takım Sporlarıyla İlgilen
Bir takım oyununda yer almak ciddi karakter eğitimi gerektirir. Dostluklar ve düzenli egzersiz de artısı.
    Komşuna Bir Tabak Tatlı Götür
Eskiden bu çok yaygındı. Şimdi insanlar birbirine apartmanda görmezden geliyor. Sen inadına insanlara gülümse, kapılarını çal, ikram et.
    Muhtar, Bakkal ve Fırıncıyla Tanış
Gerektiğinde işini görürler, tanış olmak her zaman iyidir.
    Anne Babanı Tanı
İnan anneni babanı zannettiğin kadar iyi tanımıyorsun. Şöyle duya hissede bir vakit geçir. Bir sor nasıl tanışmışlar?
    Semtinin Tarihini Araştır
Semtinin tarihini öğrenmek o yerle paylaştığın kaderi anlamak demektir. Sadece yazılı bilgi yetmez, semtin eskilerine de danışmakta fayda var.
    Davet Edildiğin Düğünlere Git
Sadece düğün değil, nişan, sinema.. Bunlar olmasa komşuluğun ne anlamı var? İnsanlar mutlu anlarında kendileri ile mutlu olan insanları severler.
    Yeni Taşınana Hoş Geldin Ziyareti Yap
Yeni komşunu diğerleriyle tanıştır. Faydalı bilgiler ver. Komşu komşunun külüne muhtaçtır.
    Anne Babanın Dostlarını Tanı
Ki onlara aile dostu denir. Sağlamdırlar. Anne ve babanla bu kadar dost olduklarına göre sen de onlara ısınacaksın.
    Gezi Turlarına Katıl
İnsanlar neden bu turlara katılır? Paylaşılan şeylerin kıymeti artar. Birlikte gezmek ve öğrenmek, yalnız olmaktan iyidir.
    Hayran Olduğun Biriyle Konuş
Ara, nerdeyse bul, tanış, fotoğraf çek. Kendini iyi hissedersin.
    Mesleğinin Ustalarıyla Tanış
Ayakkabıcı, camcı, hattat, kilimci.. Bakma bilgi çağındayız diyenlere. Esas ilişki makineden insana değil, insandan insana.
    Seminer ve Konferanslara Katıl
Bazen bir yazarın konferansına gidersin, üç kitabını okumaktan daha çok iyi olur.
    Arkadaşlarını Eve, Yemeğe Davet Et
Özel ortamlar her zaman güzeldir ve iyi vakit geçirilir.
    Yolda Tanımadığın İnsanlara Selam Ver
Korkma selam ver. Tanımadığın dahi olsa o da memnun olacaktır emin ol. Hem yaygınlaştırmış olursun.
    Arkadaşlarını Ara, Hallerini Sor
Durum güncellemelerini boş ver. O iş öyle olmaz. Arayıp belli zamanlarda belli mekanlarda buluş. İçten gelerek bir hatır sor.
    Ücretsiz Meslek, Hobi Kurslarına Kaydol
Bir hobin olsa fena olmaz. Bir enstrüman çalsan, bir becerin olsa. Kendini keşfetmek için iyi bir yol.
    Yazdıklarını Kendine Saklama Arkadaşlarınla Paylaş
İyi yazarlar maalesef çoğunlukla asosyaldir. Bu yüzden çok sayıda iyi yazarın hiç tanınmadan öldüğünden şüphe ediliyor. Çekinmeden yazdıklarını yüz yüze paylaş.
    Kütüphaneye Git
Evde tek başına çalışma. Bir kütüphaneye gir. Aynı mekanları paylaşanlar zamanla aynı kaderi paylaşırlar.

4 Eylül 2012 Salı

Aşka Düşmek ve Aşka Uçmak

    Hiç aşık olmayan biri aşk hakkında yazabilir mi? Bu sorunun cevabını vermeyeceğim. Konumuz bu değil. Ama kendini aşık zannedenler bu yazıya biraz kızabilirler. Veya tümüyle katılmayabilirler. Aşk, kelimesi "sarmaşık" kelimesinden türetilmiştir. Sarmaşık gibi bedeni, ruhu ve zihni sardığı için insanı hareket edemez duruma getirir. İzafîdir. Yalnızca hissedilir. Bu üç harften oluşan kelimeyi söylemeden onu tarif edemeyiz. Bu haliyle aşk, tanımlanamayan uçan cisimdir.
    Halk arasında kullanılan "aşka düşmek" sözü intiba olarak acı, keder, gözleri görmeyen, aklını kaybetmiş, pollyannacı anlamlarını çağrıştırır. Çünkü öyledir. Düşüştür. İnsan o anda olanların farkında değildir. Farkında olmamak insanın bilincini kullanamamasıdır. Farkında olan aşık olmaz; aşka uçar.
    Peki farkındalık nedir? Bunun için, konunun üstadı olan, dünyanın farklı yerlerinde 2. Mevlana olarak adlandırılan Osho'ya soralım. Ünlü "Farkındalık" kitabında farkındalık ve aşk üzerine şunları söyler:
    "Dikkatli olursan birçok şey senin onları bırakmana gerek kalmadan gider. Eğer farkındaysan aşka düşemezsin; bu durumda aşka düşmek bir yokluk belirtisidir (senin orada olmadığın). Aşık olursun ama bu düşüş gibi olmaz, yükseliş gibi olur. Neden aşka düşmek terimini kullanırız? O düşmektir; yükselmezsin, düşersin. Farkında olursan düşmek mümkün olmaz, âşıkken bile. İmkansızdır; yalnızca imkansız. Ve aşkta yükselmek aşka düşmekten tamamiyla farklı bir konudur. Aşka düşmek rüya halidir. Bu nedenle aşık insanlar diğerlerine nazaran daha fazla uykudadır, sarhoştur, rüya alemindedir; bunu gözlerinden anlayabilirsin, çünkü gözleri uykuludur. Aşkta yükselen insanlar farklıdır. Onların rüyada olmadığını görebilirsin, onlar hakikat ile yüzleşirler ve onun aracılığıyla yükselirler.
    Aşka düşerek bir çocuk olarak kalırsın; aşkta yükselerek olgunlaşırsın. Ve yavaş yavaş bir ilişki olmaktansa hayatın parçası haline gelir. O zaman onu sevmek ve bunu sevmemek yoktur, hayır; sevgisin sadece. Yakınına gelenler kim olursa olsun onlarla paylaşırsın. Ağaca bakarsın, taşı okşarsın, sanki sevgilinin yüzüne bakıyormuş, ona dokunuyormuş gibi. Sevmiyorsun; artık sen sevgisin. Bu yükselmektir, düşmek değil.
    Onun aracılığıyla yükselirsen aşk güzeldir ve aşk onun aracılığıyla düşersen kirli, çirkin hale gelir. Ve er yada geç onun zehirli olduğunun kanıtlarını göreceksin. Kölelik haline gelir. Ona yakalanmış durumdasın, özgürlüğün ezilmiş durumda. Kanatların kesilmiştir; artık özgür değilsindir. Aşka düşerek bir mülkiyete dönüşürsün; sahip olursun ve birisinin de sana sahip olmasına izin verirsin. Bir nesneye dünüşürsün ve aşka düştüğün diğer kişiyi de nesneye dönüştürmeye çalışırsın. Her ikisi birer nesneye benzemişlerdir, artık kişi değillerdir. Her ikisi de birbirine sahip olmaya çalışıyor. Sadece nesneler sahip olunabilir, kişiler asla! Nasıl bir insanı mülkiyete dönüştürebilirsin? İmkansız! Ama ikisi de sahip olmaya çalışıyor, tıpkı karı-koca gibi. O zaman çarpışma vardır, birbirlerine düşman oluverirler. O zaman birbirleri için ölümcül hale gelirler.
    Sahiplenmek... herkes sevdiğine, sevgilisine sahip olmaya çalışıyor. Artık bu aşk değildir. Aslında birisine sahip olduğunda ondan nefret edersin,onu öldürürsün. Aşk, özgürlük vermelidir; aşk özgürlüktür. Aşk, sevileni çok, daha çok özgürleştirecektir, aşk kanatlar takacaktır ve sonsuz gökyüzüne uçacaktır. O bir hapishane, hücre haline gelemez. Ama bu aşkı senbilmiyorsun çünkü sadece sen farkındaysan gerçekleşir. Sen günah olan bir aşkı biliyorsun çünkü uykudan çıkmaktır o."

    "Aşka uçmazsan kanat neye yarar?" demişti Mevlana. Biraz daha anlayabilmek ümidiyle, rahmet üzerine olsun..

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir Şehrin Kokusunu Duymak

    Gezmeyi sevenler çok iyi bilir. Gezgin, tatilde acıyı, kederi, işi unutur. Tıpkı çocuklara benzer. Sorumlulukların bir süreliğine ertelenmesi, hayatın içindeki olumsuzlukların unutmak, güzel bir hava soluklanmaktır gezmek. Gezgin, sorunları dolaba kilitleyip çoktan yollara düşmüştür. Eve döndüğünde kilitleri açmaktan asla korkmaz. Raflardan dökülenler daha az acıtır canını, bazılarının sadece gölgesi kalmıştır.
    Resimli duvarlar, sesler, kokular, ara sokaklar, görkemli binalar bir şehrin gezginde uyandıran intibalarıdır. Üstüne bir de dilini az buçuk bildiğiniz, öğrenmek için can attığınız yabancı bir ülkenin şehriyse. Kimseyi tanımadığın, hiç bir yeri bilmediğin bir şehrin dar sokaklarında yürürken görülen rengarenk dükkanlar, salınarak ürüyen ince uzun kadınlar, dar ceketli erkekler, telaşsız kendini alışverişe adamış turistler ve merdivenlerde birbiri üstünde yığılmış gençler.
    Her ülkenin bir kokusu vardır. Hindistan safran kokar. İsviçre kar... İtalya'nın kokusu biraz değişiktir. Alışkın olmayan alamaz önce kokusunu. Tarihindeki zıtlıklar nötürlemiştir kokusunu. Ama biraz daha şehirlerine derinlemesine sindiğinizde ayrı ayrı hisler yaşatan kokular duyarsınız. Sokaktaki sıralanmış kahveler her zaman bir ipucu vermeye kalkışır. Faytonla gezmek her zaman güzeldir. Bazı gezginler ilk zaman çekinebilir ama bir kez yaşayınca o deneyimi hayatta bir daha unutamaz. Faytonla dolaşırken aynı zamanda gezdiğiniz şehrin tarihi üşüşüverir zihninize. Nal sesi taş binalarda her yankı yaptığında ayrı duygular hissettirir. Gezdiğiniz faytona sizden önce kimler bindi? O geçtiğiniz yollarda tarih boyunca neler yaşandı? O sokaklarda da aşklar, muhabbetler, arkadaşlıklar, tartışmalar bizim sokaklardaki gibi miydi? Kim bilir? Her yolun ulaştığı bir şehir meydanlarıyla ünlü hepsinin ayrı bir hikayesi, bir dikili taşı ve onu süsleyen heykelleri vardır. Meydanlarda dondurma yemek, bir çeşmenin başında kahve içmek o şehre daha da yakınlaştırır sizi.
     Şehrin tarihini duymak da haz verir. Eski kaleler, tapınaklar, kiliseler, camiler, mezarlar, antik kentler, arenalar oraya adım attığınız andan itibaren kendini anlatmaya başlar. Tarihinin kokusu duyulur. İnsanlar gezmeye başladığından itibaren oranın geçmişinde yaşamaya başlar. En çarpıcı olanıysa arenalardır. Turistler arenada gezerken sessizdirler. Hala yaşanıyor gibi gladyatörlerin savaşmalarını, kralın acımasız politik bakışlarını, din adına yapılan oyunları seyrederler. Bu yüzden bir şehrin kokusu buralarda daha keskin alınır. Bu yüzden İtalya gibi kokusuz ülkeler tarihten bugüne bıraktığı mekanlarıyla hissedilir. Evet İtalya kokusuzdur ama Kolezyum hep kan kokar.








 

2030'un Amerikası Karanlık

    Uluslarası siyasi, stratejik dengelerde hızla değişiyor.
    Dünün güçlü ülkeleri hızla irtifa kaybediyor. Yerlerini başka güç merkezleri alıyor.
    Gelecekte mesela, 2030 yılında nasıl bir dünyada yaşayacağız?
    Nasıl bir Ortadoğu, nasıl bir Asya, nasıl bir Amerika olacak?

    Herkesin bir tahmini var. Amerikan istihbarat örgütü CIA'nın araştırma bölümü "National Intelligence Council" tarafından hazırlanan muhtemel senaryolardan CIA açısından en gerçekçi olanına göre Amerika'yı oldukça karanlık günler bekliyor.
    Açıklamaya göre:
    "Başta Çin olmak üzere yükselen güçler, ABD'yi de, Avrupa'yı da sollayacak. Batı zayıflarken, Asya alabildiğine güçlenecek. Piyasalardaki kargaşa ve iklim değişikliği, küresel ısınma, dünyanın istikrarını tehdit edecek. Böyle bir ortamda hiç kimse küresel sorunlara küresel çözüm arayışı isteği duymayacak. BM gibi uluslarası örgütler etkinliğini kaybedecek, marjinalleşecek, sorunlar savaşlarla halledilecek."
      Siz ne dersiniz? Böyle karanlık günlere doğru mu gidiyoruz?



23 Ağustos 2012 Perşembe

Görebiliyorum O Halde Savaşın İçindeyim

    İnsanların daha fazla toprağa ihtiyacı yoktu. Onlar sadece huzur istiyorlardı...
    Ordu kuvvetlerinin hareketlerini işaretleyen uydu fotoğrafları, stratejik hedeflerin haritalardaki konumlanışı, savaş uçaklarının kalkış ve inişleri, füzelerin tatbikatlarda çekilen fırlatılma görüntüleri... Bütün bunlar televizyonların insanlara anlattığı savaş teması. Bedenlerden uzak, ne kadar steril bir kurmaca değil mi? Savaşanlar robotlar ve savaşmayan insanlar.. Savaşan makinalar ve savaşmayan televizyon halkı..

    Modernlik ve gözün egemenliği arasındaki ilişki en güçlü ilişkilerdendir. Gözün gördüğüne inandırılan insana bu sayede bilimsel bir bakış açısı dahi kazandırılmıştır. Ülkemizin kangren olmuş terör sorunu, soğuk savaşlar, fiili olarak olmasa da girdiğimiz psikolojik savaşlar görmenin ve görerek algılamanın her zaman birincil önemde olduğunu göstermek için aşikardır. Her politik adım sonrası patlayan bombalar, televizyonlara çıkan uzmanların anlattıklarıydı. Her defa beklenen, her defa bilinen, her defa çözülen, her konuşmada halledilen terör vardı görünenlerde.
    Özellikle savaş söz konusu olduğunda gözle görme ve doğrudan görüşün yerini artık opto teknolojiler diye adlandırılan araçlar, radar, sonar ve uydu görüntüleri aldı. Suriye'nin düşürdüğü iddia edilen uçağımızın vurulma ve düşme anını hiçbir insan gözü şahit olmadı. Günledir illüstrasyon ve emekli askerlerin harita üzerlerinden resmettiği pek alışık olmadığımız terimlerle olayı anlamaya çalıştık. Olağan gibi duran bir süreç aslında gözün doğrudan egemenliği açısından bir zillet gibi duruyor. Savaşın görsel temsili açısından da göz aldatılıyor.
    Televizyon kanalların savaşın kanın, irinin ve kokunun, korku, kaygı ve şiddetin her savaşın bir parçası olduğunu görmezden geliyor; sanki bedenler hiç yeralmıyor. Hafızalara hep ordu kuvvetlerinin hareketlerini işaretleyen uydu fotoğrafları, stratejik hedeflerin haritalardaki konumlanışı, savaş uçaklarının kalkış ve inişleri, füzelerin tatbikatlarda çekilen fırlatılma görüntüleri kazınıyor. Zaten bilgisayar oyunlarıyla büyüyen bir nesil için savaş, işaret parmağıyla bilinçsizce tıklanan bir tuş hareketinden ibaret algılanmaktaydı. Kurşunlanmış çocuk fotoğraflarının dahi bu algıyı değiştirememesi en hayret vereni ve korkulanıydı, maalesef...





 

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Dünden Bugüne Türkiye'nin Sanal Alem Fenomenleri

    Onlar sıradan birer insanlardı. Bazıları esnaf, bazıları siyasetçi, bazıları serbest meslek erbabı, bazıları da kendi halinde yaşayanlardandı. Ta ki onları birer efsane, birer halk kahramanı yapacak sıradan bir kamerayla tanışana kadar. İçlerinde önceden aşina olduğumuz kişiler de varda ama öyle zamanlar oldu ki halkın dilinden düşmeyen deyişlere imza attılar. Belki tesadüfen, belki bir hata ile, belki de tamamen rol yaparak tanındılar ama sanal alemde konuşulan, bazen bazıları alay konusu olsalar bile halk içinde unutulmayan kişilerden oldular. Şimdi onların bulabildiğimiz en iyi "Top 10"unu zaman sırasıyla sıraladım. Bakalım neler varmış:

    1-ARTİZ NE ARAR LA BAZARDA?!
    Bu amcayı tanımayan neredeyse kimse yoktur. O yüzden olayı anlatmaya gerek duymadım. Artiz Amca lakabıyla tanındı; birçok yerde film posterleriyle karşımıza çıktı ve halk diline "Artiz ne arar la bazarda?" deyişini kazandırdı. Bu katkısı için kendisine minnettarız. 
Artiz Amca İzlemek için tıkla
    2-BEYİN BEDAVA
    Ülkemizdeki sınav sistemini gözler önüne sermesi açısından bu iyi bir örnek. Bu abim, sınav heyecanından mı yoksa çalışmaktan mıdır bilinmez, o saniyelerde söylediği "Attım hafızaya, beyin bedava, niye hamallık yapayım" ifadesi özellikle öğrencilerin ağzından düşmeyecek bir cümle olacaktı. 
"Beyin bedava" İzlemek için tıkla
    3-MAĞDUR VE KIZGIN BİR İNSAN: "BEN BÖYLE AVRUPA BİRLİĞİ İSTEMİYORUN!"
    Bu adamı ilk gördüğümde çok gülmüştüm. Tıklanma rekorları kırmasını da doğal olmasına bağlamıştım. Ama bu adamın yetenekli bir tiyatrocu olan Müfit Kayacan olduğunu öğrenince gerçekten şaşırdım. Halk onu "Vatandaşın araç muayene isyanı" adlı videosuyla tanıdı. 
İzlemek için tıkla
    4-AL KIRDIN KIRDIN!
    Bu çocuğun amatör bir kamerayla çektiği videonun neden bu kadar meşhur olduğunu daha anlayamadım. Ama doğal oluşu yayılmasını sağlamış olabilir. Çocuğun bu videoyu ne amaçla çektiği hâlâ merak konusu.. 
İzlemek için tıkla
    5-OKUYOM BEN YA!
    Bu video polis ekiplerinin bir binaya yaptığı baskın sırasında çekildi. Polislere "Sen yetkili bi abiye benziyosun" diyerek baskından rahatsız olan genç inceden bir mesaj verdi: "Okuyom ben ya"
 "Okuyom ben"  İzlemek için tıkla
    6-PÜSKEVİT / 40 YAPAR
    Evet, bu deyişler sahibi engin bir devlet adamı; Devlet Bahçeli. Söylediği günden itibaren halkın diline pelesenk olan bu cümlelerin kullanılamadığı, söylenemeyeceği yer yok. Ayrıca siyasetin yanında yaptığı hesaplarla matematik dehası olduğunu da gösteren Sayın Bahçeli, ara sıra dili dolansa da renksiz geçen seçim sürecini "püskevit" vaadiyle renklendirmiş oldu. 
Püskevit için tıkla, 40 yapar için tıkla
    7-FIKRASINA GÜLÜNMEYEN ADAM
    Bu adamın adı Hasan Mezarcı. Kendisi siyasetçiydi bir zamanlar. Kendini bir zaman mehdi ilan etti. Bu konuda Reha Muhtar'la komik konuşmaları oldu. Bu yaptığı konuşma eski olmasına rağmen yeni keşfedilmiş bir fenomen. Aslında komik olmayan bir fıkra haricinde pek katkısı olmayan videoyu halk ibretlik olarak izledi. Katkısı ise "Bak ne oldu şimdi?"
İzlemek için tıkla
    8-MALA BAĞLAYAN TEYZE
    Bunun başlığını böyle koymak istemezdim ama arama motorlarında böyle kayıtlı. Kameramanla normal konuşma devam ederken birden gülmeye başlayan teyze konuşma sonuna kadar güler. Akıllarda "Dedeee, dedeciim" kalır. 
İzlemek için tıkla
    9-ÇOK SAKAT VAR
    Adamı dinleyen yok ama çok sakat var. Bu cümle de artık dinleyen yok anlamına geliyor.
 İzlemek için tıkla

    10-OLUM BAK GİT!
    En çok bilinen, an itibariyle halkın benimsediği en çok kullanılan uyarı. İçeriği anlatmama gerek yok. Siyasetçilerden çocuklara kadar herkesin kullanabildiği bu cümlenin şu anda filmi çekiliyor. Olum Bak Git tişörtü, Olum Bak Git anahtarlığı gibi markalaşma yoluna gidiyor. Yakında kuru yemişlerde ve arabalarda da görebiliriz. En çok merak edilense söz sahibi olan belediye çöpçüsünün meşhur olduğundan haberi olup olmadığı..              İzlemek için tıkla
                               
                                  







16 Ağustos 2012 Perşembe

İlginç Bir Deneyin Yorumu: 6 Saniyede Yaşamak

    Şu an internette gördüğünüz başlıklar içerisinde eğer bu yazıyı açıp okuyorsanız, zaten daha sayfayı açmadan kararınız bu yöndeydi. Aynı şekilde sabahları uyandırmak için kurduğunuz saati kapatıp uyumaya devam ediyorsanız, daha gözünüzü açmadan bu kararı vermiştiniz bile... Önünüzdeki seçenekler içinde seçtiğiniz yol her neyse, zaten seçmeden, seçiminizi o yönde yapmışsınız demektir... Mesela tatil yapma şansınız olsa dünyanın hangi şehrinde yapardınız, diye bir soru sorsam cevabı ilk anda verecek kişiler olacaktır ama hâlâ düşünenlerin cevabını şuuraltı çoktan verdi. Bu söylediklerim elbette bazıları için masal gibi gelebilir veya "öyleyse bizim seçme irademiz yok mu?" sorusunu sorabilirler.

    Ancak aldığımız kararların zamanlamasını araştırmak için yapılan bir deneyde aslında kararları bilincimiz değil bilinçaltımız tarafından alındığını göstermiştir. Yani bilinçaltımızın bizi yönlendirdiği her seçim aslında bizim kendimize kodladığımız isteklerden başka bir şey değildir. Yani kendimizi programlayan yine biziz.
    Deney şu şekildeydi: Bir beyin tarayıcısı içerisine giren deneğin ellerine bir takım tuşlar verilir ve rastgele basması istenir. Tarayıcı tuşa basma anı ile beynin karar verdiği an arasındaki farkı gösterir. Denek tuşa basmadan 6 saniye önce kararın çoktan verildiği beyin sinyallerinden anlaşılır. Bilinçaltımız saniyeler önce karar vermiştir.

    BBC'de yapılan araştırma sonucu şöyledir: "Bilinçli akıl, beyin aktivitelerine kodlanmıştır beyin aktiviteleri tarafından gerçekleştirilir. Ancak bilinçaltımız da beyin aktivitemizde olan belli yönlerimizin, istelerimizin ve eğilimlerimizin farkındadır. Yani bilinçaltımızın aldığı hiçbir karar istemediğimiz bir şey yaptıramaz."
    Yapılan deney ve sonucu bu şekildeydi ama hem araştırmacılar hem de denek sonuçtan çok ürkmüştü. Hayatımıza yön veren asıl şeyin ne veya hangi tür eylemlerin olduğunu keşfetmek hayatî derecede önemliydi. Kararlar bilinçaltımız tarafından veriliyor ise onu yönetebilmek gerekiyordu. Biliçaltıysa alışkanlıklar ve tekrarlarla öğreniyor. Yani tekrarlanan aktiviteler. Hayatta sürekli neyi uygularsak onunla karşılarız.

    Bir diğer sonuçsa kendimizi yine bizim programlamamızdır. Aklıma gelmişken benzerliği çağrıstırması için bir örnek olarak da Barcelona verilebilir. Ne alakası var :) işte şöyle; uzun zamandır savunma taktiği merak edilen takımın sırrı "6 saniye kuralı" çıktı. Taktik şu şekilde başlıyordu: Defanstaki bir futbolcu  karşı takımın futbolcusundan topu aldığı zaman ayağında durdurmadan diğer takım arkadaşlarıyla sürekli paslaşarak karşı takımın forvet oyuncularını hem yoruyor hem de şaşırtıyordu. Hızlı paslaşma 6 saniye sürüyordu. Bu hareket oyunu daha iyi yönlendirmelerini ve daha hızlı atak yapmalarını sağlıyordu. Neyse alakayı çok kuramadım :) konuya dönelim..

    Aşağı yukarı hepimizin duyduğu bir söz vardır; kelimeler düşünceleri, düşünceler davranışları, davranışlar da hayatı belirler. Evet, hiçbir zaman düşüncelerimizi kontrol edemeyiz fakat kelimelerimizi kontrol edebiliriz. Ve tekrar ederek bilinçaltımızı düzenleyebilir ve hayatımızın kontrolünü ele geçirebiliriz.
    Hayatta her an düşündüğümüze göre her an seçim yapmaktayız. Kararları beynimiz 6 saniye önce veriyorsa, 6 saniye sonra ne yapacağımızı an itibariyle seçiyor bu da ne yapacağımız şimdiden belli demektir. Buna rağmen ilginç bir şekilde 6 saniyede çark eden insanlar da çıkabiliyor :)
    Dolayısıyla 6 saniye önceki kararlarımızı kontrol etmek için alışkanlıklarımıza, çoğunlukla bulunduğumuz ortamların bize etkilerine ve hayatımızdaki seçimlerimize dikkat etmeli değil miyiz?

DENEYİN NASIL YAPILDIĞINI İZLEYİN